Cezeri döneminde mekanik bir çok yenilik ve kullanışlı çözümler kazandı, bu birikim daha sonra ortaya çıkacak olan modern mekaniğin zeminini güçlendirdi. Cezeri’de fonksiyonelliğin yanında mizah, kültür ve sanat içeren mekanik Cezeri’den sonra insanlığı endüstri devrimine götürebilecek ölçüde bir katılık kazandı. İnsanın hayatta kalabilmek ve yeryüzüne tutunabilmek için başlatıp sanatla birleştirdiği mekaniğin hikayesi şimdi bambaşka bir boyuta taşınıyordu. İnsan yeryüzünü fethediyordu. Batı Avrupa yeni kıtaların keşfiyle zenginleşti, modern düşüncenin sağladığı zihinsel atılım ile bilim ve sanat gelişti, sadece Batı Avrupa değil tüm insanlık yeni bir dünyaya, modern dünyaya taşındı.

Kitab’ül Hiyel’in Künyesi

Mekaniği değiştiren şaheser: Kitab’ül Hiyel

EL-CÂMİ’ BEYN EL-’İLM VE EL-’AMEL EL-NÂFİ’ Fİ SINÂA’T EL-HİYEL
Hiyel Sanatında Bilgi ve Uygulamanın Bağdaştırılması

Bedi‘uz-zemân Ebû el-‘İzz b. İsmaî‘l b. el-Rezzâz el-Cezerî
Kısa adı Kitab’ül Hiyel olan bu mühendislik şaheseri, 1206 yılında Diyarbakır’daki Artuklu Sarayı’nda, sarayın başmühendisi Cezeri tarafından Sultan Nasüriddîn Mahmud’un isteği üzerine kaleme alınmıştır. Eser içinde 6 kategoriye ayrılmış, 50 adet düzenek bulunmaktadır. George Sarton’un alanında klasikleşmiş eseri Bilim Tarihine Giriş (1927) kitabında da belirttiği gibi, “Cezeri’nin eseri, benzerleri arasında en ayrıntılı olanıdır ve alanında Müslüman başarısının zirvesi sayılabilir.” Cezeri’nin kitabı bilim ve teknoloji tarihi açısından öyle büyük bir öneme sahiptir ki, Mark Elling Rosheim’ın Leonardo’nun Kayıp Robotları (2006) çalışmasında, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Helenistik su saatleri ve otomatlar geleneğinin bütün ayrıntılarıyla tek başına Kitab’ül Hiyel sayesinde kendisinden sonraki yüzyıllara aktarılabildiği ve hatta Leonardo Da Vinci’nin daha sonra kullanacağı bazı mekanizmaların bu sayede Avrupa’ya taşınabildiği vurgulanmaktadır. Kitab’ül Hiyel’in müellif nüshası günümüze ulaşmamış olsa da en eskisi 1200’lü yılların ilk yarısına tarihlenmiş olmak üzere 15 el yazma nüshası ve 2 adet de çeviri nüshası dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bulunmaktadır.

Arapça Yazma Nüshaları
1. İstanbul (1354), Ayasofya Kütüphanesi, No 3606
2. İstanbul (1206), Topkapı Sarayı, No 3472
3. İstanbul (1273), Topkapı Sarayı, No 414
4. İstanbul (Erken dönem), Topkapı Sarayı, No 3461
5. İstanbul (1315), (Londra’da satıldı), Dağılmış kopya
6. İstanbul (1459), Topkapı Sarayı, No 3350
7. Oxford (1486), Bodleian Kütüphanesi, No Graves 27
8. Oxford (17. yy.), Bodleian Kütüphanesi, No Frazer 186
9. Leiden (1561), Leiden Üniversitesi Kütüphanesi, No Or. 656
10. Leiden (Tarihsiz), Leiden Üniveristesi Kütüphanesi, Eksik, No Or. 117
11. Dublin (1329), Chester Beatty Kütüphanesi, No 4187
12. Paris (1485), Milli Kütüphane, No Arabe 2477
13. Paris (17. yy.), Milli Kütüphane, No Arabe 5101
14. Petersburg (Geç dönem), Narodov Azii Enstitüsü
15. Berlin (Tarihsiz)

Tercüme Yazma Nüshaları
1. Farsça, Paris (1874), Milli Kütüphane, No Pers 1145 ve 1145a
2. Osmanlı Türkçesi, İstanbul (16. yy.), Millet Kütüphanesi, No 227

Cezeri’nin İzinden Gidenler

Cezeri kendi döneminde birçok mühendise ilham vermiş ve mekaniğin yeni bir evreye taşınmasının yolunu açmıştır. Cezeri’nin yüzyıllar aşan etkisini kendisinden sonra yazılan kitaplarda doğrudan göremesek de üretilen makinelerde ve kullanılan düzeneklerde rahatlıkla tespit edebilmekteyiz. Modern tarihçiliğin akademik bir faaliyet olarak yürütülmeye başlandığı 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başından itibaren birçok mühendis ve bilim tarihçisi onun çalışmalarını anlamak ve mirasını aydınlatmak için büyük emek harcamış ve sayısız eser ortaya koymuşlardır.

Prof. Dr. Eilhard Wiedemann (1852 - 1928)
Cezeri’nin dehasını anlayarak onu dünyaya ilk tanıtan isim olan Prof. Wiedemann, geçen yüzyılın başlarında yardımcısı mühendis F. Hauser ile birlikte, İslam bilim tarihinin birçok konusunda olduğu gibi Cezeri’nin kitabındaki düzenek ve makineler hakkında da çok sayıda makale yazmıştır. Wiedemann bir kısım araçları teknik resimler çizerek de anlatmıştır.


Bernard Carra de Vaux (1867 - 1953)
Fransız bilim tarihçisi de Vaux, Les Peunseur de L’islam adlı beş ciltlik abidevi eserinin ikinci cildinde Cezeri’nin kitabından ve makinelerinden övgüyle bahsetmiştir.


İbrahim Hakkı Konyalı (1896 - 1984)
Ülkemizde Cezeri hakkında yazan ilk bilim adamımız olan Konyalı, 1951 yılında Tarih Hazinesi dergisinde, 1972 yılında ise Kara Amid dergisinde yayınladığı makalelerinde hem Cezeri’nin önemine dikkat çekmiş hem de Wiedemann’ın Cezeri hakkında yaptığı çalışmalardan bahsetmiştir.


Dr. Toygar Akman (1927 - 2011)
Türkiye’de bir dönem, bilhassa gençlerin Cezeri’yi tanıması, Bilim ve Teknik dergisinde 1973-1976 yılları arasında konuyla ilgili yazdığı makalelerle Akman sayesinde gerçekleşmiştir. Akman’ın yazıları zamanın genç okuyucuları üzerinde önemli tesir bırakmıştır.


Prof. Dr. Donald R. Hill (1922 - 1994)
Cezeri’nin klasik Arapçada kalem aldığı metninin tamamı modern okura ilk kez Donald R. Hill’in 1974 yılında yaptığı İngilizce çevirisi sayesinde ulaşmıştır. Hill çeviriye ek olarak Cezeri’nin makinelerinin bir kısmı üzerinde teknik etütler yapmış ve bunları kitabın notları olarak da yayınlamıştır. Aynı zamanda Cezeri’nin Anıt Su Saati’nin Londra Bilim Müzesi’nde sergilenen bir rekonstrüksiyonunun üretimine de eşlik etmiştir.


Prof. Dr. Kazım Çeçen (1919 - 1997)
Kazım Çeçen 1981 yılında İTÜ’de yapılan bir kongrede Cezeri hakkında bir bildiri sunmuş, aynı kongrede sergilenmek üzere Tavus Kuşlu Su Saati’nin küçük ölçekli bir rekonstrüksiyonunun üretilmesine öncülük etmiştir.


Prof. Dr. Atilla Bir
Cezeri hakkında en fazla yayın yapan isim olan Atilla Bir, özellikle “Otomasyon” dergisinde olmak üzere Y.Müh. Mahmut Kayral’la birlikte Cezeri’nin çeşitli makinelerini tanıtan çok sayıda makale yayınlamıştır. Atilla Bir’in bilim tarihi araştırmaları ve yayınları geniş bir skalada devam etmektedir.


Prof. Sadettin Ökten
Cezeri hakkında tarihsel bilgilerin akademik bir seviyede yanlışlardan arındırılıp okura sunulması açısından İslam Ansiklopedisi’nde 1993 yılında Sadettin Ökten tarafından yazılan Cezeri maddesi önemli bir görev ifa etmiştir.


Prof. Dr. Sevim Tekeli, Prof. Dr. Melek Dosay, Prof. Dr. Yavuz Unat
Cezeri’nin kitabının Türkçeye ilk çevirisi 2002 yılında Tekeli, Dosay ve Unat tarafından gerçekleştirilmiştir.


Prof. Dr. Fuat Sezgin
İslam Bilim Tarihi alanında en üretken akademisyenlerin başında gelen bilim tarihçi Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik adlı eserinde Cezeri’nin bazı makineleri hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir. Bu makinelerin bir kısmının maketlerinin üretilmesine öncülük etmiş ve bunların Gülhane Parkı içinde yer alan İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesin’de sergilenmesini sağlamıştır.


Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu - Şükran Fazlıoğlu
Cezeri’nin eseri Türkçeye ikinci kez İhsan ve Şükran Fazlıoğlu tarafından çevrilmiş ve bu çeviri Durmuş Çalışkan’ın teknik etütleriyle birlikte Cezeri’nin Olağanüstü Makineleri ismiyle 2015 yılında yayınlanmıştır.


Durmuş Çalışkan (1950 - 2018)
Makine mühendisi Durmuş Çalışkan, Cezeri’nin mühendisliği hakkında en geniş çalışmayı yapan kişi olarak literatüre geçmiştir. Çalışkan 2000’li yılların başında başladığı çalışmalarında Fazlıoğlu çevirilerini esas alarak, Cezeri’nin tüm makinelerinin eksiksiz teknik etütlerini ve hesaplamalarını yapmış, tüm makinelerin projelendirme seviyesinde rekonstrüksiyonlarını üretmiştir. Öte yandan Cezeri’nin mühendisliği hakkında daha önceden yapılan bazı çalışmaların yanlış yönlerini de ortaya koyan Çalışkan’ın yayınlarıyla, Cezeri mekaniği hakkında karanlık bir nokta kalmamıştır. Durmuş Çalışkan sağlığında Cezeri hakkındaki çalışmalarını kültür ve eğitim hayatına bir katkı olarak sunabilmek için İstanbul Cezeri Müzesi girişimini başlatmış ve kendi kurduğu atölyesinde bu müzenin ilk envanterleri olacak şekilde Cezeri’nin bazı makinelerinin çalışan rekonstrüksiyonlarını üretmiştir. Atilla Bir’in modern Cezeri olarak tanımladığı Çalışkan, ömrünün son çeyreğini Cezeri çalışmalarına vakfetmiştir. Onun kurduğu girişim, miras olarak bıraktığı projeleri esas alarak Cezeri’nin tüm makinelerini üretmeye devam etmektedir.


Cezeri’nin Etkisi

Çarkların Dönüşü Değişiyor: Cezeri'nin Yüzyıllar Süren Etkisi

Cezeri’nin mekanikte oluşturduğu büyük birikim Osmanlı mekaniğinde yeniden üretildiği gibi, dünyada da yaygın bir kullanım alnı bulmuştur. Bugün modern mekaniğin temellerinde yer alan krank mili gibi birçok mekanik icadın Avrupa’dan 300 sene önce Cezeri’nin makinelerinde kullanıldığını biliyoruz. Marco Ceccarelli, Mekanizmalar ve Makine Bilimine Yön Verenler (2010) kitabında, Cezeri’nin olağanüstü makinelerini yaparken kullandığı tekniklerin ve yaklaşımların makinelerin mekanik tasarımında muazzam bir etki bıraktığını belirtir. Bilhassa Cezeri’nin yaşadığı yıllarda, Haçlı Seferleri sırasında Doğu’da üretilen bilgi ve tekniğin Avrupa’ya askerler, seyyahlar ve devlet adamları trafından transfer edildiği sayısız kaynakta vurgulanmaktadır. Yine Michela Cigola’nın “Antik Yunan Bilgisinin Orta Çağ İslam Biliminde Etkisi” (2006) başlıklı konferans metninde belirttiği üzere, Cezeri’nin sadece tasarımda bırakmayıp bizzat çalıştırdığı makineleri, kendi döneminde ve bölgede yaygın bir dolaşıma girdiği gibi, Hristiyan ve Müslümanların bir arada sekiz yüzyıl boyunca yaşayacakları İspanya üzerinden de Doğu ve Batı arasındaki bilgi transferinin en önemli unsurlarından biri olmuştur. Emilio Bautista Paz, Marco Ceccarelli, Javier Echávarri Otero ve José Luis Muñoz Sanz tarafından hazırlanan Makinelerin ve Mekanizmaların Kısa Tarihi (2010) başlıklı kitapta Cezeri’nin yüzyıllar aşan etkisi açık bir şekilde gösterilmektedir:

Cezeri zamanının en sıra dışı makine mühendisiydi. Bugüne ulaşan etkisi, bu iddianın en önemli kanıtı; ayrıca bu etki sadece İslam dünyasıyla sınırlı kalmış değil. İlk kez kitabında görülen pek çok makine, mekanizma ya da teknik daha sonra Avrupa makine mühendisliğinin önemli bir parçasını teşkil etti. Cezeri’nin tasarım alanında yaptığı katkılar arasında emme pistonlu çift etkili pompalar, deliklerin hassas kalibrasyonu, sürtünme pürüzlerini azaltmak için ahşap laminasyon usullerinin geliştirilmesi, statik tekerlek balansı ve tasarım testleri için kâğıt modellerin kullanımını örnek olarak gösterebiliriz.

Cezeri’nin Kitab’ül Hiyel’inde anlattığı proje ve imalat ilkeleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde, bugünkü̈ makine mühendisliği ilkelerinin dile getirildiği görülecektir. Bu bakımdan Cezeri’nin, sadece icat ettiği aletleriyle değil, makinelerin yapımına ve kullanımına dair geliştirdiği felsefesiyle de etkisinin yüzyıllar aşan bir dâhi olduğu görülecektir.

Osmanlı Mekaniği Posteri

Sultanın Mühendisleri: Osmanlılarda Mekanik

Osmanlılar, Cezeri’nin mekanik eserini gerek istinsahlar gerek çevirilerle çoğaltarak İslam mekanik geleneğinin güçlü mirasını devam ettirdiler. Bunun yanında kendi mekanik eserlerini de telif ederek İslâm mekanik geleneğinin en gelişmiş eserlerini kaleme aldılar.

Fatih devrinde İran’dan Anadolu’ya gelen Alâaddîn El-Kirmânî, Cezeri’nin El-câmi’ beyne’l-ilm ve’l ‘ameli’n-nâfî fî sına’âti’l-hiyel (Bilgi ve Yararlı Uygulama Arasında Mekanik Sanatının Bir Derlemesi) isimli eserini kısmî olarak Farsçaya çevirir ve Bedâyi’u’l-amel fî sanâyi’l-hiyel (Mekanik Sanatında Faydalı İşler) ismini vererek Fatih Sultan Mehmet’e sunar. Kirmânî eserin birinci kısmında saatler, ikinci kısmında müzik çalan bir alet (zemr-i dâimî), üçüncü kısımda kova ve insan yardımı olmaksızın derinlerden su çıkarma yöntemi, dördüncü kısımda güneş takvimi, kum saati ve kıblenûma gibi konuları ele almıştır.

Fatih döneminde yazılan bir diğer önemli mekanik kitabı, büyük Türk matematikçisi ve astronomu Ali Kuşçu’nun telif ettiği Et-tezkîre fî âlâti’r-ruhâniyye (Otomatik Makineler Hakkında Tezkîre) isimli eseridir. Farsça yazılan eser ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. Takiyuddin Râsıd, mekanik saatler ile ilgili eserinin mukaddimesinde Ali Kuşçu’nun bu eserinden bahseder.

16. yüzyılın büyük astronomu ve İstanbul Rasathanesi’nin kurucusu Takiyuddin El-Râsıd, 1551 yılında Et-turuku’s-seniyye fi’l-âlâti’r-rûhâniyye (Otomatik Aletlerin Yapımı İçin Yüce Yollar) isimli eserini kaleme aldı. İslam dünyasında yazılmış en son ve en gelişmiş mekanik kitabı olan eserde hayvan çekişli ve dişli çarklı su pompaları, altı silindirli su pompası, buhar gücü ile dönen döner tezgâhı, 1500 kg’lık yükü 1,5 kg’lık kuvvetle kaldırmayı sağlayan dişli vinç sistemi, 16 makaralık palanga sistemi gibi birçok yenilikçi mekanizma tanıtılmaktadır. En önemli çalışması, kızgın buharın kanatçıklara vurulması ile dönen buhar türbini mekanizmasıdır. İslam dünyasında daha önce görülmeyen bu sistem, Avrupa’daki buhar türbini uygulamalarının ilk örneğidir. Avrupa’daki ilk buhar türbini uygulaması, İtalyan mühendis Giovanni Branca tarafından 1628 yılında yapılan ve buhar gücü ile çalışan bir havan-tokmak düzeneğidir.

Takiyuddin Râsıd’ın bir diğer önemli mekanik kitabı, 1563 yılında yazdığı El-kevâkibu’d-durriyye fî vaz’i’l-benkâmâti’d-devriyye (Mekanik Saatlerin Yapımına Dair En Parlak Yıldızlar) isimli eseridir. Takiyuddin bu eserinde mekanik saatleri tarif eder ve onların yapımını anlatır. Eser kapsam ve çeşitlilik itibariyle mekanik saatlerin yapımı üzerine Avrupa ve İslam dünyasında yazılan ilk ve en önemli eserlerden biridir. Cep saatleri, masa saatleri, duvar saatleri ve astronomik gözlem saatlerini anlatan eserin en önemli özelliği, saati bir astronomi gözlem aleti olarak tasvir etmesi ve bu saatlerin dakika ve saniyeyi gösterebilmesidir. Dakika ve saniye gösteren saatler Avrupa’da Takiyuddin’den çok sonra, ilk kez 1670 yılında görülmeye başlayacaktır.

İslâm medeniyetinin son büyük yükseliş devri olan 16. yüzyılın sonralarında, Cezeri’nin El-câmi’ beyne’l-ilm ve’l ‘amel isimli eseri, ismi bilinmeyen bir mütercim tarafından Tercüme-i Hiyel ismi ile Türkçeye çevrildi. Sultan III. Murâd’a (saltanatı 1575-1595) takdim edilen bu eser hem Türkçenin bir bilim dili olarak ortaya çıkması hem de mekanik çalışmalarının Osmanlılarda yaygınlaşması açısından önemlidir. Mütercim, amacının “esere Türkî bir elbise giydirmek ve onu âşikâr kılmak” olduğunu belirtir. Bu bakımdan eserin Türkçeye tercüme edilmesi, Osmanlı mühendislerinin mekanik bilimine olan ilgilerini göstermektedir. Eserde su saatleri, içecek otomatları, hileli kaplar, şadırvan ve fıskiyeler, su kaldırma düzenekleri ve çeşitli ölçüm aletleri anlatılmaktadır.

1683 yılında başarısızlıkla sonuçlanan II. Viyana Kuşatması, 17. yüzyılın sonlarına kadar askerî alanda rakipsiz olan Osmanlı Devleti’nde önemli bir sarsıntıya neden oldu. Osmanlı bürokratları, ardı ardına gelen mağlubiyetler sonucunda mevcut askerî müesseselerin ve tekniklerin yetersiz kaldığını fark ettiler ve Avrupa’da uygulanan yeni askerî gelişmeleri yakından takip etmeye başladılar. Sultan III. Ahmed (saltanatı 1703-1730) devrinden itibaren Avrupa’da yazılan eserler Türkçeye tercüme edilmeye başlandı ve Avrupa’dan askerî uzmanlar getirildi. Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmed Paşa, 1675-1747) ve François Baron de Tott (1733-1793) gibi uzmanların çalışmaları ile Humbaracı Ocağı ve Hendese Odası gibi askerî yüksek öğrenim kurumları kuruldu. Bu okullarda başlangıçta Avrupa’dan tercüme edilen eserler okutulmuş ve kısa süre sonra Osmanlı askerî mühendisleri kendi telif ettikleri eserleri okutmaya başlamışlardır.

Humbaracı Ocağı ikinci halifesi Bayramoğlu Ali Ağa, 18. yüzyılın ilk yarısında Ümmü’l-Gazâ isimli bir eser telif etti. Eser, Osmanlılarda humbara ismi verilen patlayıcı topların nasıl yapılacağı, bunları fırlatan havan toplarının nasıl imal edileceği, atış mesafesinin nasıl hesaplanacağı, kale kuşatmaları ve savunmalarında humbara toplarının nasıl yerleştirileceği gibi konuları anlatan özgün bir çalışmadır. Kandiye Kalesi Fethi, Belgrad Kuşatması ve Moskof Seferi gibi birçok önemli askerî harekâta katılan ve çok tecrübeli bir askerî mühendis olan Bayramoğlu Ali Ağa, eserinde altı gözlü havan topu, tekerlekli havan topu, fıçı humbarası, tayyâr/tayyârât isimli ateş saçan füzeler, hendek aşmak için çengelli ve tekerlekli merdivenler gibi savaş makinelerinin yanı sıra kendi icat ettiği ateş saçan ve aynı anda içindeki tüfek mekanizmasıyla kurşun atan havan topları, havan topunun açı hesabı için 900 derecelik açı ölçer, 8-9 metre boyunda Fransız usulü bir “grande tulumba” gibi orijinal aletleri ve makineleri tarif eder. Eser, 18. yüzyıl Osmanlı askerî teknolojisi hakkında en önemli çalışmalardandır.

1734-1735 yıllarında Humbaracı Ahmed Paşa’nın gayretleri ile açılan Humbaracı Ocağı’nda humbara neferlerine uygulamalı atış eğitimleri verilirken diğer yandan matematik, geometri, trigonometri ve balistik gibi teorik eğitimler de veriliyordu. Ocak’ta okutulan ders kitapları başlangıçta Humbaracı Ahmed Paşa’nın Fransa’dan getirdiği eserlere dayanırken daha sonraları bu eserlerden faydalanılarak yapılan tercüme ve telif eserler okutulmaya başlanmıştır. Bu telif eserlerden birisi, Humbaracı Ocağı kâtiplerinden Mustafa ibn İbrahim’in yazdığı Fenn-i Humbara ve San’ayi’-i Âteş-bâzî (Humbara Tekniği ve Patlayıcı Üretimi) isimli eserdir. Patlayıcı silahların tarihçesi ile başlayan eser top atışı, humbara terazileri ve mesafe ölçümü, havan toplarının özellikleri, patlayıcı top imalatı, açı ölçümü ve geometri, barutun özellikleri ve lağım kazma teknikleri anlatır. Humbara doldurma aletlerinden geometrik atış şemalarına, havan toplarından tabancalara kadar birçok çizim içeren eser, 18. yüzyılda patlayıcı silahların imalatı konusunda en önemli çalışmalardandır.

Takiyuddin'in Saati

Takiyüddin’in bu saati Sayın Prof. Sevim Tekeli’nin orijinal kitaptan çevirip yayınladığı ve Kültür Bakanlığı’nın da başvuru eser olarak okuyuculara sunduğu “16. Yüzyıl’da Osmanlılar’da Saat ve Takiyüddin’in ‘Mekanik saat konstüriksüyonuna dair en parlak yıldızlar’” adlı kitabındaki anlatım ve teknik verilere göre minyatür makine ve replika yapımcısı Ersan Doğan tarafından yapılmıştır. Saatin dişli sayıları ve oranları tamamen Takiyüddin’in verdiği sayılar olup, saatin ana gövde ve kadran kısmı yine Takiyüddin’in tarifine göre yapılmıştır.

Kullanılan malzeme işleme teknikleri döneminin malzeme ve tekniklerine uygundur. İki farklı ağırlıkla çalışan bu saatte, bir ağırlık saatin kendisini çalıştırırken diğeri saat başı çalan çan sistemini çalıştırır. Bu saat bir rasat (gözlem) saatidir. Gök yüzündeki ayın görüntüsünü, dakikaları, haftanın günlerini ve normal saatleri gösterir. Kullanılan çan sistemi her saat başı bir vuruş olarak değil, her saat başı saat kaç ise o kadar vuruş yaparak teleskopuyla gözlem yapan ustanın gözlerini yaptığı işten ayırmadan saatin çan vuruşlarından kaç olduğunu anlamasını sağlar. Bilinen hiçbir batı yada doğu ülkelerinin müzelerinde çalışır durumda bulunmayan bu saat çalışır durumdaki ilk örnektir.

İstanbul Rasathanesi Diaroması

İstanbul Rasathanesi’nde Osmanlı’nın en önemli bilim adamlarından biri olan Takiyüddin’in hikayesini görmekteyiz. Bu hikâye, sadece Takiyüddin’in değil, aynı zamanda hepimizin trajik hikayesi. İstanbul Rasathanesi, zamanının en üstün teknik ve aletleriyle donanmış önde gelen araştırma merkezlerinden biriydi. Takiyüddin’in amacı 30 yıl boyunca kendi zamanına kadar mevcut gözlemlerin en iyisini yaparak, astronomi modellerini gözden geçirmekti. Aynı yıllarda Batı’da başlayan gözlemler güneş merkezli evren modelinin keşfine giden yolu açmıştı. Klasik bilimin en yüksek seviyesine ulaşan Osmanlı’yı yeni bilimde de zirve olmaya götürecek yollar ilerleyen yıllarda birçok açıdan tıkanacaktı ancak ilk darbeyi biz kendimiz vurduk. Dünyanın en güzel rasathanesini kendi top ateşimizle yıktık. Bu sanatsal çalışmada, İstanbul Rasathane’sinden elimizde kalan tek belge olan bir minyatürün diaroması görülmektedir. Takiyüddin, döneminin en gelişmiş aletleri ve en becerikli astronomlarıyla gökyüzünü anlamak için rasathanededir ve onların o muhteşem çabası minyatürün o iki boyutlu uzayında sıkışmıştır. Bu çalışmada kahramanlar talihsizliklerini yenmek istercesine sıkıştıkları iki boyutlu minyatür uzayından taşmaya çalışır şekilde kısmi derinlikle resmedilmişlerdir. Ne var ki, elimizde kalan yegane şey, derin bir hüzün ve geleceğimize yönelik önemli bir derstir.

Osmanlı’nın Göklere Uzanan Kapısı: İstanbul Rahathanesi

İslam coğrafyasındaki bilgi birikimini, siyaset, ekonomi, kültür ve ilmin yeni doğal başkenti olan İstanbul’da bir araya getiren Osmanlı Devleti, hezarfen bir mucit olan Takiyyüddin b. Ma’rûf’un 1570’te İstanbul’a gelip 1574’te Osmanlı Müneccimbaşısı olmasıyla masraflı, zahmetli ve ustalık gerektiren rasat faaliyetleri için bütün şartlara sahip hale gelmişti. Takiyyüddin, 1575’te Sultan III. Murad tarafından Tophane sırtlarında bir rasathane inşa ettirmekle görevlendirildi. İki yıl süren inşaatın ardından, Osmanlı tarihinin ilk rasathanesi, 1577’den itibaren tam kapasite çalışmaya başladı. Bünyesinde on beş astronomu istihdam eden rasathane, Takiyyüddin’in kendi imkânlarıyla 1573’ten beri sürdürdüğü gözlem faaliyetlerini devasa aletlerle ve ekip çalışmasıyla bütünleştirerek üst düzeye çıkardı.

Teleskop gibi bilimsel aletlerin standart hale getirilmesi sayesinde genel-geçer bilgiye ulaşmanın mümkün olduğu 19. yüzyıl öncesinde, gök cisimleri insanlar için birer yol göstericiydi. Evrenin yapısını onlar sayesinde anlar, zamanı onlarla ölçerdik. Beş bin yıl önce Mezopotamya’da kendisini gösteren sistematik gözlem yapma geleneği, Hint, İran ve Yunan kültürleri elinde pekişmiş ve dokuzuncu yüzyılda ilim mirasını devralan İslam medeniyetinde devasa aletlerin kullanıldığı rasathanelerin ortaya çıkışına imkân sağlamıştır. On üçüncü yüzyılda büyük bilgin Nasireddin et-Tûsî’nin başında bulunduğu Merâga Rasathanesi ile on beşinci yüzyılda bilge-kral Uluğ Bey’in inşa ettirdiği Semerkand Rasathanesi, İslam tarihinde etkisi en güçlü hissedilen rasathanelerdir.

İstanbul Rasathanesi, Takiyyüddin’in mekanik, optik ve astronomi alanındaki bilgisini ve mucitlik hünerlerini sergilediği bir arena olmuştur. O, gök cisimleri arasındaki mesafeyi ölçmede kullanılan müşebbehe bi’l-menâtık isimli bir alet ile çok hassas astronomik ölçümlerde kullanılan bir mekanik saati bizzat tasarlamış, daha önceden bilinen azimut-yükseklik aleti ve halkalı küre gibi aletleri, olağanüstü boyutlarda imal ettirerek gözlemlerde dakik sonuçlar alabilecek bir düzen kurmuştur. Rasathane, 1580 yılının başına kadar düzenli gözlem faaliyetlerine ev sahipliği yapmış, astronomi çalışmaları için kısa sayılabilecek bu süreye rağmen mevcut bilgileri güncelleyecek veriler elde edilmesini sağlamıştır. Bunun dışında, rasathanenin aletleri, Avrupa’nın en önemli rasathanesi olan ve meşhur astronom Kepler’in hocası Tycho Brahe tarafından 1576’da Danimarka’da kurulan Uraniborg rasathanesindeki aletler ile olağanüstü benzerlikler göstermektedir. Günümüzde bile araştırmacıların ilgisini çeken bu benzerlik, Osmanlı’daki bilgi düzeyini göstermesi bakımından önem taşır. Ne var ki rasathanenin varlığı, saraydaki çekişmelere malzeme edilmiş ve 1580’de Sultan III. Murad’ın emriyle rasathane hazin bir biçimde yıkılmıştır.

Avrupa’da mekanik saatler

Avrupa’da en eski mekanik saatler, 13. yüzyılda Fransa ve İngiltere’de görülür. 14. Yüzyılda mekanik saatlerin sayısı belirgin bir şekilde artmış ve özellikle Almanya ve İtalya’da yaygınlık kazanmıştır. Bu saatler ağırlıkla çalışırlar ve balta eşapman-rakkas sistemine sahiptirler. Büyük boyutlarda yapılan bu saatler çoğunlukla kilise ve katedrallerin kulelerine yerleştirilmektedir. Bu saatlerde hata oranları yüksektir ve sürekli olarak bir saatçinin saati ayarlaması gerekir.

15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ticaret hayatının büyümesi, diğer yandan ince işçiliğin gelişmesi ile saatlerin daha küçük ve taşınabilir boyutta yapılması ihtiyacı duyulmuştur. 16. yüzyılın başlarında Alman çilingir ve anahtar yapımcısı Peter Henlein, saatlerdeki ağrlığın yerine sarmal zembereği icat ederek ilk taşınabilir saati imal eder. Bu gelişme, masa ve cep saatlerinin yapılabilmesinin önünü açar. Bu saatlerde sadece akrep bulunmaktadır, yelkovan ise 1670 yılına kadar görülmeyecektir. Osmanlı Devleti’nde ise Takiyuddin Râsıd, 1563 yılında mekanik saatler üzerine yazdığı kitabında hem dakika hem de saniye gösterebilen saatleri tarif edecektir.

Zamanın akışı ile düzenli bir fiziksel hareketi ilişkilendiren ilk kişi Galileo Galilei’dir. Pisa Katedrali'ndeki bir ayin esnasında tavandaki avizenin salınımını gözlemleyen Galilei, bu gözlem üzerine 1582 yılında yaptığı çalışmalarda avizenin salınımının zamanla azalmasına karşın, her salınımının aynı sürede gerçekleştiğini keşfetmiştir. Galilei bu ilkenin saatlerde kullanılabileceğini düşünmüş, ancak bu tür bir saat onun ölümünün ardından yapılabilmiştir.

Hollandalı bilim adamı Christiaan Huygens, 1656 yılında ilk sarkaçlı saati yapmıştır. Sarkacın her bir salınımının aynı sürede gerçekleşmesi prensibine dayanan bu saatler, günde bir dakikadan daha az hata oranına sahipti. Huygens, daha sonra yaptığı geliştirmeler ile hata oranını günde 10 saniyenin altına indirmiştir. Huygens ve İngiltere’de Robert Hooke, 1675 yılında birbirlerinden bağımsız olarak yaylı denge (balance) çarkını geliştirdiler. Huygens aynı yıl, bu mekanizmayı kullanarak geliştirdiği cep saatinin patentini aldı.

Erken dönem saat ustalarının Almanya, Hollanda, İngiltere, İtalya, Fransa gibi ülkelerde çıkmasına rağmen 18. yüzyıldan itibaren İsviçreli saat ustaları mekanik saat tasarımında öne çıkmaya başladılar. İsviçreli saatçiler, gezici ustalar olarak Avrupa’yı dolaşmaya başladılar ve yerel sanayiciler, günümüze kadar gelen büyük İsviçreli saat firmalarının temellerini attılar.

Orta Çağ Batı ve Rönesans Mekaniği

Avrupa, Batı Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında yıkılması ile “karanlık” bir döneme girdi. 5. ve 11. yüzyıllar arasında Avrupa’daki maddî kültür ve teknik beceri, aynı tarihlerde İslam medeniyetinin, Çin’in ve Hindistan’ın oldukça gerisindeydi. Ancak Avrupalılar bu karanlık dönemden tarımsal üretimle çıkmayı bildiler. Avrupa’daki düzgün akarsu rejimleri, yatay ve dikey değirmenlerin yaygınlaşmasını sağladı. İslam dünyasından öğrenilen yel değirmenleri, suyun olmadığı yerlere kuruldu. Bu değirmenler, o dönemde Endülüs’te yapılan barajlardan ve sulama sistemlerinden çok daha basitti ve çok daha az teknik beceri gerektiriyordu. Yine de birikimli bilgi Avrupalı zanaatkârlara çok şey öğretmişti.

Değirmenler sayesinde üretimin artması ile 11. yüzyıldan itibaren Avrupa’da şehirleşme ve zenginlik arttı. Kölecilik eskisi kadar yaygın olmadığı için kıt insan kaynağına karşı zanaat ve makineleşme gelişme gösterdi. Şehirleri imar eden mimar-mühendislerin sayısı ve önemi arttı. Fransız mimar-mühendis Villard de Honnecourt (13. yüzyıl) günümüze kalan meşhur Çizim Defteri’nde yer alan 250 resim ile dönemindeki kiliselerin yapım aşamalarını anlatmış, değirmenlerden otomatlara, su gücüyle çalışan testerelerden mancınıklara kadar birçok mekanizmayı tarif etmiştir. Avrupa’da Leonardolara, Türklerde Mimar Sinanlara giden yol artık açılmıştır.

Şehirlerin büyümesi kiliselerin ve katedrallerin sayısının ve büyüklüğünün artmasına neden oldu, bu da çan yapımının artması demekti. Çan dökümcülüğü bir zanaat olarak gelişti, metal işleme ve kuyumculuk yaygınlaştı ve hassasiyet arttı. 14. yüzyıldan itibaren mekanik saatçilikteki gelişmeler ince işçiliğin gelişmesini sağladı. Bir kuyumcu olan Johann Gutenberg 1447 yılında vidalı pres, hareketli harfler ve metal kalıplar kullanarak matbaayı yeniden icat etti. Sivil ve askerî alanda artan demir, bakır ve kalay ihtiyacı madenlerde daha derinlere inilmesini gerektirdi ve madenlerdeki suyu boşaltmak için su pompalarına ihtiyaç duyuldu. Georgius Agricola, 1556 yılında yazdığı De Re Metallica isimli eserinde su pompaları, silindirler, pistonlar, değirmenler, zincirli aktarım mekanizmalarını ve çarkları anlattı. Makineleşme arttıkça standart ve yüksek adetli parça üretimi ihtiyacı arttı. Fransa Kralı 9. Charles’in saray mühendisi olan Jacques Besson, 1579 yılında ilk modern torna tezgâhını geliştirdi ve hassas malzeme işleme yaygınlaştı. Malzeme tekniklerindeki gelişmeler, kaliteli ve ince işçilik ile birleşince buhar makinelerinin yolu açılmış oldu.

Buhar makineleri, su ve hava haricinde yeni bir enerji kaynağı arayışının bir sonucudur. İstanbul’da Takiyuddin Râsıd 1551 yılında yazdığı Et-turuku’s-seniyye isimli eserinde buhar gücüyle çalışan bir döner tezgâhını tarif etti. Avrupa’da buhar gücü hakkında yazan ilk kişi olan İtalyan mühendis Giovanni Branca, 1628 yılında buhar gücüyle çalışan bir havan ve tokmak mekanizmasını tanıttı. İngiliz doğa filozofu ve rahip John Wilkins, 1680 yılında teorik ve pratik mekanik konularını anlattığı Mathematical Magick isimli eserinde buhar gücü ile çalışan bir fırını tarif etti. Dennis Papin 1680 yılında bir buhar pistonunun tarifini verdi ve buharlı tencereyi icat etti. Thomas Savery 1698 yılında “madencinin dostu” denilen buharlı su pompasını geliştirdi. Thomas Newcomen 1712 yılında ilk atmosferik pistonlu buhar makinesini yaptı. 1776 yılında İskoç mucit ve makine mühendisi James Watt, Newcomen’in makinesini geliştirdi, verimliliğini artırdı ve modern buhar makinesinin mucidi oldu. Artık dünya yeni bir döneme, Sanayi Çağı’na giriyordu.

Leonarda Da Vinci

Leonardo di ser Piero da Vinci ya da Vincili Leonardo (1452-1519), Rönesans İtalyası’nda yaşamış mimar, mühendis, mucit, haritacı, jeolog, anatomist, astronom, botanikçi, heykeltraş, müzisyen ve ressam... Kısaca “bin ilim sahibi” bir allâme... Rönesans’ın en büyük isimlerinden biri olan Leonardo da Vinci, ilk eğitimini dönemin ünlü ressam ve heykeltıraşı Andrea del Verrocchi’den aldı. Hocası Verrocchi’nin anatomiye olan özel ilgisi nedeniyle insan vücudu üzerine bilgisini geliştirdi. Burada birçok ünlü sanatçı ileçalışma fırsatı buldu. 1482’de Milano’ya giderek Milano Dükü Sforza’nın hizmetine girdi ve 17 yıl boyunca burada çalıştı. Dük için resim ve heykel yapmanın yanı sıra binalar, silahlar, makineler, kaleler ve surlar yaptı. Diğer yandan doğa, mekanik, geometri, uçan makineler, su kanalları yapımı, anatomi gibi birçok konu üzerine çalıştı. Tüm bu çalışmaları ile ilgili notlarını ve çizimlerini defterlere kaydetti.

Leonardo’nun en meşhur eserleri şüphesiz Mona Lisa ve Son Akşam Yemeği isimli resimleridir. Ancak mühendis ve mucit kimliği ile yaptığı makineler, en az resimleri kadar özeldir. Tasarımlarının birçoğu zamanın imkanlarına göre yapılamayacak kadar “ileride” olsa da bu makinelerin tasarımları onun dehasını gösterir. Leonardo icatlarında kaldıraçlar, makaralar, çarklar, zincirler, dişliler, kremayer dişli, krank mili, rulman gibi birçok mekanik düzeneği kullanmıştır. Diğer yandan makinelerini tasarlarken momentum, merkezkaç kuvveti, sürtünme, aerodinamik gibi fiziksel ilkeleri de dikkate aldığı bilinmektedir.

Leonardo, 1502 yılında Osmanlı Sultanı II. Bâyezîd’e bir mektup yazmış ve Haliç üzerine Galata ile bugünkü Eminönü bölgesini birbirine bağlayacak yaklaşık 240 metre uzunluğunda ve altından gemilerin geçebileceği kadar yüksek bir köprü yapabileceğini belirtmişti. Ne var ki Sultan II. Bâyezîd, dönemin şartlarında yapımı oldukça zor olan bu sıradışı köprünün yapımına onay vermemiştir.

Sarkaç Çalışma Sistemi

Galileo tarafından keşfedilen sarkaç, bir mafsaldan iple aslına ağırlığın serbest salınım hareketi yapmasıdır. Bir sarkaç iple konumda dengede iken, konumu belli bir açı kadar yana kaydırıldığında, yerçekiminin etkisi sonucu tekrar denge konumuna gelmek için geri kuvvet oluşturur. Bu kuvvet denge konumunun etrafında ileri geri salınmasına neden olur. Sarkacın bir sol bir sağ vuruş yapmasına periyot denir.

Basit bir yerçekimi sarkacının salınım süresi, uzunluğuna, yerel yerçekimi gücüne ve küçük bir dereceye kadar, sarkacın, genlik denilen dikeyden, θ uzağa salladığı maksimum açıya bağlıdır. Kürenin kütlesinden bağımsızdır.

Sarkaçlı saat çalışma prensibi:
Sarkaçlı saatler içerisinde genellikle;
a. Tahta veya metal çubuk
b. Ucunda hava etkisini azaltmak için mercek şeklinde yassı bir ağırlık
c. Ağırlığı tutması için bir somun
d. Çubuğun salınımının rahat olabilmesi için bir yay veya sürtünmesi düşük bir mafsal
e. Salınım hareketini sınırlamak için bir kol ve
f. Sarkaç çubuğunun hareket edeceği bir kanal
g. Saatin kadranına giden ana dişli sarkaç salınımı ile dönüş yapar.
h. Dönüşün tek yönde ve sınırlı olması için eşapman (escapement) denilen
sistem ile bu dişli çark sabit hızda ilerlemesi sağlanır.

Galileo sarkacı Zemberekli

Ağırlıklı mekanik saatlerden farklı olarak, ana dişliye dönüş gücünü veren zemberek yayı denilen, sıkıştırılmış bir yayın gevşeme eğilimidir. Zembereğin bulunmasıyla, büyük ağırlıklardan vazgeçilebilmiş, taşınabilir küçük saatler geliştirilebilmiştir.

Galileo Sarkacı Ağırlıklı

Galileo’nun sarkacı keşfetmesinden sonra mekanik saatlerin önü açılmış oldu. Sarkaçlı saatlerin zaman ölçümlerinde kullanılabilmesi için saatin dönüşünü düzenleyecek bir dişli sistemi geliştirilmeliydi. Ve bu dişli sistemlerini döndürmesi için de bir kuvvet uygulanmalıydı. Bunun için iki tür mekanizma ön plana çıkmıştır.

Ağırlıklı Mekanik Saatler: Bu mekanik saatler ana gövde üzerindeki belli oranda konumlandırılmış dişli sistemlerinin birbirleri ile uyumlu olarak hareket etmeleri prensibiyle çalışır. Bu saatin ana elemanları şunlardır:

- Güç kaynağı olarak bir ana dişliyi döndürmeye zorlayan bir kordon veya zincir ucundaki ağırlık. - Sarkaç, çubuk üzerindeki ağırlık ile zamanı ölçen unsur.
- Sarkacın kullanabilmesi için gerekli olan ve belli bir oranda ana dişliyle bağlantısı sağlanmış olduğu için de gücünü ve hızını sarkaç sayesinde aktaran bir dişli.
- Sarkacın döndürmeye çalıştığı dişlinin her bir saniyede tek diş ilerlemesini sağlayan ve aynı zamanda sarkacın salınım hareketinin devamlılığını sağlayan eşapman (escapement).
- Eşapmanın ne sıklıkla döndüğünü ve bu sayede ne kadar zaman geçtiğini gösteren saat kadranı.

Türk Mekanik Saatler

Osmanlıların mekanik saatler ile ilişkisi, 1477 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Venedik’ten “cam ustası, saat ustası ve ressam” talep etmesi ile başlar. Bu saat ustasının gelip gelmediği bilinmemektedir. Bilime ve tekniğe meraklı bir padişah olan Fatih, muhtemelen fetihten sonra İstanbul’a gelen Avrupalı âlimlerin yanlarında getirmiş olabilecekleri mekanik saatleri görmüş olmalıdır. Babasının izinden giden Sultan II. Bâyezid, Avrupa’dan İstanbul’a bir mekanik saat getirtir. Saate hayran kalan Sultan, bu saatin benzerini yapacak bir usta bulunmasını emreder ama İstanbul’da bir saat ustası bulunamaz. Bunun üzerine saat Horasan’a gönderilir. Mühendis Hâfız İsfahânî, bu saatin bir benzerini yaparak Saray’a gönderir. Bu, Osmanlı sarayına ulaştığı bilinen ilk mekanik saattir.

16. yüzyılda Osmanlı Devleti gücünün doruklarındadır. Avrupalı elçiler, sultandan ve vezirlerden siyasî ödünler elde etmek ve onlarla işbirliği sağlamak amacı ile aralarında mekanik saatlerin de bulunduğu birçok hediye sunarlar. O kadar ki, elçiler en değerli saatleri hediye etmek için birbirleri ile adeta yarışırlar. Bu dönemde Osmanlı sarayı, en güzel Avrupa saatlerinin olduğu bir galeriye dönüşür. Dönemin en önemli astronomu ve İstanbul Rasathanesi’nin kurucusu Takiyuddin Râsıd, Sadrazam Semiz Ali Paşa’nın (sadrazamlığı 1561-1565) saat koleksiyonunu görür ve bu saatler üzerinde çalışarak El-kevâkibu’d-durriyye fî vaz’i’l-benkâmâti’d-devriyye (Mekanik Saatlerin Yapımına Dair En Parlak Yıldızlar) isimli eserini yazar. Takiyuddin bu eserinde Osmanlı’ya gelen mekanik saatlerin Hollanda, Macar, Fransız ve Alman ürünleri olduğunu, kendisinin bu saatler üzerinde çalıştığını ve saatler üzerine yazan gayr-ı müslimlerin eserlerini de incelediğini ve konuyu tamamen kavradığını belirtir. Takiyuddin bu kitabında duvar saati, masa saati, cep saati ve astronomik saatleri tarif etmiş, kendi saat tasarımlarına yer vermiş ve ilk kez dakika ve saniyeyi gösteren saatleri tanıtmıştır.

Osmanlı sarayına hediye olarak gelen saatlerin sayısı arttıkça bu saatlerin kurulumları, bakımları ve onarımları için saatçilere ihtiyaç duyulmuştur. Bu saatleri kurmakla görevli olan Avrupalı saatçiler zamanla İstanbul’da kalmaya başladılar. 16. yüzyılın sonunda artık Saray’da hasoda saatçisi ve saatçibaşı görevlendirilir, “Frenk saatçi” esnafı oluşmaya başlar. Bu saatçiler saat zanaatını Türklere de öğretirler ve saatçilik Osmanlılar arasında da yaygınlaşmaya başlar. Sultan III. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed’in 1582 yılındaki 52 gün süren sünnet şenliğini anlatan Sûrnâme-i Hümâyûn’da saatçi esnafının geçit töreni anlatılır.

17. yüzyıldan itibaren mekanik saatler Avrupa’nın sosyal ve ticarî hayatının önemli bir unsuru haline gelmiş ve saatçilik de önemli bir meslek dalı olmuştu. Büyük ve güçlü Osmanlı Devleti’ne gelerek geleceklerini arayan Avrupalı saat ustaları Galata’da toplanmış, Avrupaî tarzda saatleri İstanbul’a transfer ederek İstanbulkârî, Galatakârî gibi saat tasarım usûlleri geliştirmişlerdi. İstanbul işi saatler Avrupalı örnekleri kadar estetik ve teknik bakımdan kusursuzdur. Aradaki fark, kadrandaki rakamların “Türk” rakamları olması ve süslemelerin Türk-İslâm kültürüne uygun olmasıdır.

18. yüzyılda saat Osmanlı toplumunun vazgeçilmez bir eşyası haline gelecektir. Fransız, İngiliz ve İsviçre yapımı cep ve masa saatleri yaygınlık kazanır. Günlük hayat artık saatlere göre belirlenmeye başlanmıştır. Diğer yandan bu dönemde Avrupa’da saat yapımının ucuzlamaya başlaması ile birlikte İstanbul’a çok fazla Avrupalı saat girer. Galata, saat üretiminin azalarak zamanla Avrupa menşeli saatlerin satıldığı veya arızalı saatlerin tamir edildiği bir pazara dönüşür.

19. yüzyıl Osmanlısı’nda saatçilik ticarî üretimi yakalayamasa da büyük zanaatkârlar eser vermeye devam etmişlerdir. Sultan III. Selim ve II. Mahmud zamanlarında özellikle Mevlevî saat ustaları en güzel eserlerini vermişlerdir. “İskelet saat” denilen, iç ve dış aksamı birlikte görülen saat modelinin yaygınlık kazandığı bu dönemde en önemli ustalar Es-seyyid el-Hac Dürrî, Ahmed Gülşenî, Mehmet Şükrü, Mehmet Muhsin, Osman Nuri, Süleyman Leziz, Ahmed Eflâkî Dede ve oğlu Es-seyyid Hüseyin Hâkî’dir. Bunların en ünlüsü “Saatçi Dede” diye de anılan Ahmed Eflâkî’dir. 1825’te 18 yaşında İstanbul’a gelerek Yenikapı Mevlevîhânesi’nde çilesini tamamlayıp derviş olduktan sonra, 1828’de saatçiliğe merak duyarak kendi kendisini yetiştirmiştir. “Eflâkî” lakabı kendisine “felekiyyat” denilen astronomi ilmindeki başarılarından dolayı verilmiştir. Sultan Abdülmecid döneminde 1840’ta açılan Sultan II. Mahmud Türbesi’nin muvakkithânesine ilk muvakkit olarak atanmıştır. İmzalı 11 saati olduğu bilinen Eflâkî Dede’nin, Topkapı Sarayı Müzesi, Dolmabahçe Sarayı Saat Müzesi ve İş Bankası Müzesi’nde birer saati vardır.

Bulugat Yapımı Osmanlı Saati

KÜNYE
İstanbul, 1650
Orijinal Saatin Bulunduğu Yer:
Topkapı Sarayı, İstanbul


Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin başkentinde pek çok yabancı saatçi yaşamıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı sarayında ve başkentte artık saat imalatı yapan Türk ustaların ismine de rastlanmaktadır. Bilhassa 17. yüzyıl Türk saatleri, incelik, işçilik ve teknik altyapı bakımından mekanik saatlerin en estetik formlarına erişildiği saatler olmuştur. Bu saatlerin en dikkat çekici özellikleri ise, saatlerde kullanılan en ufak bir parçanın dahi onu yapan aynı ustanın elinden çıkmış olmasıdır. Orijinali Topkapı Sarayı’nda bulunan bu saatin Türk ustası Bulugat hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmasa da, sergilediği işçilik ve sanatkârlık bakımından saray saatçisi olduğu düşünülmektedir.

Kaynak:
Şule Gürbüz, Saat Kitabı, TBMM Milli Saraylar Yayınları, İstanbul, 2011.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Diaroması

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Tanzimat’tan bu yana kimlik meselemizde önemini yitirmeyen modernleşme çabalarını mizahi bir dille eleştirmişti. Zamanı ölçen bir alet olarak mekanik saatler, Batı Avrupa teknolojisi ile yüzleşmemizin toplumsal hayatımıza olan etkisini net bir şekilde temsil edebiliyordu. Tanpınar, elitler nezdindeki bir tür fetişleştirilmiş hassas zaman ölçümü tutkusunun Türk halkındaki toplumsal karşılığının uyumsuzluğundan yola çıkarak modernleşmenin neden olduğu derin kimlik krizinde ortaya çıkan ve yer yer kara mizaha varan tuhaflıkları bize gösteriyordu. Bu diaroma, Tanpınar’ın mizahında yer alan duyguyu fantastik bir dille anlatan sanatsal bir çalışmadır. Bu çalışmada Türk toplumunun Batı’dan gelen yeni kimlik normlarına uyum sağlamak için harcadığı yorucu ve çaresiz çaba, saat metaforu üzerinden anlatılmaktadır.

Alaturka / Alafranga

İnsanoğlu uzun yıllar zamanı, daha doğrusu gün doğumundan gün batımına geçen süreyi, 12 güneş saatine bölerek ölçtü. Saat doğrudan güneşin konumunu gösteriyor, günlük yaşam buna göre düzenleniyordu. Su saatlerinin icadı, güneşten kopuşun ve zamanı soyut matematiksel olarak ölçen eşit saat sisteminin yolunu açtı. Cezeri, su saatlerinde çoğunlukla eşit saat sistemini baz almakla birlikte, güneş saatiyle uyumlu olması için kendinden öncekilerin kadran uyarlamalarını kullandığı gibi, yıl içinde değişen güneş konumlarıyla tam uyumlu değişken ibre hızlı sistemi geliştirdi. Mekanik saatlerin icadıyla birlikte artık gündelik hayat güneşe ayarlı tabiatından kopmuş, zaman su saatlerinde olduğu gibi eşit saat sistemi ile ölçülmeye başlanmıştı. Bu geçiş tüm dünyada hızla yaşanırken, Osmanlı coğrafyasında sosyal ve dini hayat güneşe çok daha güçlü bağlı olduğundan alafranga saat denilen bu yeni sisteme geçiş için uzun bir süre daha geçmesi gerekecekti. Öyle ki, Osmanlı Devleti’ne Avrupa’da ithal edilen veya Türk mekanik saat ustaları tarafından üretilen ilk mekanik saatler, kadranlarının 12’sini her akşam ezanında gün batımına eşitlemek üzere ayarlı bir yapıya sahipti. Aslında Osmanlı modernleşmesiyle Alaturka ve Alafranga hayat arasında ortaya çıkan çatışma, saat özelinde çarpıcı bir örnekken, toplumsal hayatın merkezinde kimlik krizleri ve travmalar eşliğinde büyük yarıklar açıyordu.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk Edebiyatının en önemli romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, karakteri Halit Ayarcı’nın ağzından, Batı medeniyeti karşısında yaşanan bocalama ve şaşkınlığı “zaman” düşüncesi üzerinden şöyle dile getirir:

"Çalışmak, zamanına sahip olmak, onu kullanmasını bilmektir. Biz bunun yolunu açacağız. Etrafımıza zaman şuurunu vereceğiz. Zannederim ki hep saatte kalıyor onun arkasındaki şeyleri ihmal ediyorsunuz. Saat bir vasıta, bir alettir. Tabiî mühim bir alettir. Terakkî saatin tekâmülüyle başlar. İnsanlar saatlerini ceplerinde gezdirdikleri, onu güneşten ayırdıkları zaman medeniyet en büyük adımını attı. Tabiattan koptu. Müstakil bir zamanı saymağa başladı. Fakat bu kadarı kâfi değil. Saat zamandır, bunu düşünmemiz lâzım!"

Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Ahmet Haşim

Yabancı saati alışkanlığından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, çeşitli vakitlerin kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, büyük bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik “gün” tanınmazdı. ... Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi. Madenden sağlam kapaklar altında saklı tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, günesin sema üzerindeki hareketiyle az çok ilgili bir hesaba uyarak, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan aşağı yukarı bir doğrulukla haberdar ederlerdi. Zaman sonsuz bahçe ve saatler, orada açan, kâh sağa, kâh sola meyleden, güneşten rengârenk çiçeklerdi.

Ahmet Haşim, Müslüman Saati

Şule Gürbüz

Alaturka saat ile tabiat, ışık olarak da mevsim olarak da her anlamda uyumludur, söylenen ile görünen birbirini yadırgamaz. Bu aslında daha ince bir ölçümdür; sert hatlı, kat’i sözlü, yanlışını kabul etmeyen, hiçbir şey için hiçbir değişime katlanamayan alafranga saatin ergen inadının yanında alaturka saat çok olgun, çelebi, her günü başka yaşayacak tahammülde, her günün getirdiğine de katlanacak güçte, aynı zamanda çok daha nahif, kırılgandır. “Saat şu” demek için ne yere ne göğe, ne kendi haline bakmayan alafranga saat, yaşarken katı geçişleri ile hayatın hep sabitliği üzerinde durur.

Alaturka saat kendi başına işlerliği ile değil ayarlama ile rabıtalı olduğundan, güneşin eve girmiş, ışıksız halidir. Hatta denebilir ki alaturka saat gökteki güneşin evdeki gölgesidir, sanki bu nedenle de loş, gölgeli evlere daha yaraşır ve gölgeli, yekpare olmayan kalplere.

Şule Gürbüz, Alaturka Saat Alaturka Zaman

Buhar Makinesi

Sanayi Devriminin Kaynadığı Kazan: Buhar Makinesi

Buhar makinesi, buharın sıcaklık enerjisini hareket enerjisine dönüştüren bir makinedir. Buhar motoru, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda Avrupa'da Sanayi Devrimi'nin başlıca güç kaynağı oldu.

İlk buharla çalışan makine, İngiliz Mühendis Thomas Savery tarafından 1698 tarihinde üretildi. Bu makine kömür madenindeki suyu dışarı pompalamak için icat edilmişti. Aslında bir kazandan (boiler) ibaret olan makinanın içindeki su ısıtıldığında, buhar, bir boru yardımıyla dışarı çıkarılır. Kazan içerisindeki tüm su buharlaştığında buhar çıkış vanası kapatılır ve içeride oluşan vakum ile diğer bir borudan içeriye su çekilmeye başlanır. Tekrar bu su ısıtılarak buhar olarak dışarı atılır. Birkaç yıl sonra Thomas Newcomen adlı İngiliz mühendis bu kazana bir silindir ve piston ekleyerek, onu bir buhar pompasına dönüştürdü. Buhar makinesindeki en önemli geliştirme ise İskoç Mühendis James Watt tarafından 1769 yılında yapıldı. Eğer buhar silindirden ayrı yoğunlaştırılırsa, silindir her zaman sıcak kalabilirdi. Watt, o yıl ayrı yoğunlaştırıcı (kondenser) ve sızdırmaz silindirleri olan bir buhar makinesi tasarladı.

15 yıl sonrasında Watt makine üzerinde 3 yeni önemli ekleme daha yaptı.
1. Buhar çıkışını ve motor hızını kontrol edebilen bir cihazı olan regülatörü (Governor) geliştirdi.
2. Buharın silindirin her iki tarafından dönüşümlü olarak girmesine izin vererek, çift etkili motoru geliştirdi. Böylelikle pistonun her iki taraftan da güç uygulamasını sağladı.
3. En önemlisi de motora dişli (volan) bağladı.

Volanlar, motorun daha sabit bir yük oluşturarak düzgün çalışmasını sağlamış ve geleneksel ileri-geri güç vuruşunu, güç makinesine daha kolay adapte edilebilen dairesel (döner) bir harekete dönüştürmüştür. 1790'a gelindiğinde, Watt'ın geliştirdiği buhar motoru neredeyse her yerde bulunabilecek sağlam ve güvenilir bir güç kaynağı olmuştu.

Governor Sistemi

Governor, Buhar makinesinin sabit bir dönüş sağlaması için geliştirilmiş bir geri besleme sistemidir. Pistona gelen buharı makinenin devrine göre ayarlayabilen bir sistemdir.

Boilerden gelen su buharı pistonlara ulaşmadan önce bir valften geçmektedir.
- Buhar gücüyle ileri geri hareket eden piston krank sayesinde dairesel harekete döner.
- Bu dönüş hareketini sabit hızda veya istenilen hızda alabilmek için Governor adı verilen mil ve küçük çarklar ile dikey olarak konumlandırılmış, ucuna iki top bağlanmış şekilde görülen sistem döndürülmektedir.
- Topların dönmesi ile oluşan merkezkaç kuvveti nedeniyle kollar açılır. Bu kolların açısı topların dönüş hızına bağlı olarak değiştir.
- Bu kollara bağlanmış olan öndeki valf dönüş hızına göre açılıp kapanmaktadır.
- Böylece pistona gidecek buhar miktarı ayarlanarak sabit hız elde edilir.